Herşeyden önce, Açık Site’nin yazarı Sinan Çakaloz beyefendi ile başlayan “karşılıklı yazışmalarımızı”, basınımızdaki, aynı gazetenin yazarları arasındaki tartışmalarla karıştırmamalıyız...
Çünkü “Açık Site”, adından kaynaklanan açık bir platform olma özelliğindedir bana kalırsa. Bugüne kadar, ne editör Melih Kafa’dan, ne de sitenin herhangi bir yöneticisinden “onu yaz – bunu yazma” gibilerinden ne bir rica, ne de bir istek almadım. Hele hele yazılarımın harfine bile dokunmadılar, zaman zaman yanlış tuşa bastığım harfleri düzelten dikkatli gözler hariç elbette.
Mahalle Pazarları konusundaki karşılıklı yazışmamıza gelince; bence biz Sinan bey ile tartışmaktan çok, bir “sosyo-ekonomik” meseleyi ayrı açılardan görüyoruz. Benim açım daha çok “aç ayı oynamaz” felsefesi ile örtüşen ilkel bir açı; varoluşçu mu demeliyim? Sinan beyin açısı ise, benim ulaşmakta güçlük çektiğim, becermemin olanaksız olduğu, ciddi entelektüel bir düzeyi tutturmuş.
Sinan beyi tanımıyorum, ancak hayli entelektüel, okumuş ve ekonomiyi, sosyolojiyi, habitat meselelerini bilen birisi olduğu apaçık ortada.
Bana gelince, bilenler biliyor ama ben yeniden söyleyeyim, alaylı gazeteci olmanın yanısıra, hanidir, Sinan beyin “olmaz da olmaz” dediği mahalle pazarlarında, pazarcıyım. Onun için de, Allah var yukarda ya, pazarıma kimseye dokundurtmam ve sonuna kadar da savunurum.
Çakaloz’un bu konudaki görüşleri, daha çok pazar yerlerinin ekolojik ortamı bozduğu ve şehrin fiziksel akışına zarar verdiği yolunda, böylelikle de pırasanın aslında falanca hanıma daha pahalıya geldiğini söylüyor.
Peki, bir de benim pazarcı penceremden bakarsak neler göreceğiz?
Bir kere mahalle pazarları, pek çok ülkenin geleneğinde vardır [1], hele hele Osmanlı-Türk ekonomik geleneğinde iyice vardır (okuduğum avantür kitaplarda öyle yazıyor vallahi...). Ve kültürel bir olguyu, alışkanlığı insanların bilincinden söküp atmaya kalkışmak, sosyal yaralara neden oluyor(muş), bunu da bana anlatanlar yalanlasın...
Ulusal ekonomiler içinde, belli sektörler olduğunu gazetelerden her gün okuyoruz. Bu sektörlerin kendilerine göre bir de satış sistemleri olduğunu da reklamlardan anlıyorum, yani acentecilik, mağazacılık, bayilik, kapı kapı dolaşarak satış vb gibi. Pazarcılık da işte bunlardan biri(ymiş) ki, ben de, mağaza tutacak param olmadığı için, daha ucuz olan pazar tezgahını edinip, kira verecek gücüm olmadığı için, belediyeye uygun bir harç verip, yağmura çamura karşı iyi giyinip, kışın termosta kahve, yazın buz çantasında gazoz taşıyıp, pazarcılık yapmaya karar vermişim. Yani, ekonomik sistemin bana sağladığı satış olanaklarından birisini değerlendirmişim.
"Pazar, ekonominin konusu"
Efendim pazar yerleri şöyledir, böyledir... Peki, o zaman belediyelerle uğraşın ve pazar yerlerini sokaklardan kurtaracak belediye başkanlarına, (her ülkede) oy verilmesi için kampanya başlatın... Yoook, belediyelerin pazar yeri yapacakları yerler yeşil alan olmalı, şehir nefes almalı... Almalı.. Elbette şehir nefes almalı, ama insanlar da aç kalmamalı..
Şimdi, “hür dünya” aldatmacası çerçevesinde, kapitalist ekonomik sistemde, fırsat eşitliği var mıdır, değerli Çakaloz arkadaşım?
O zaman, siz işsizliği önleyemiyorsanız, yaratılan tüm sosyal, ekonomik ve kültürel değerlerin paylaşımını eşit olarak sağlayamıyorsanız, eğitimde fırsat eşitliği yoksa vs vs vs...
Size daha Berlin Duvarı yıkılmadan önce kütüphanelerimizi dolduran pek çok kitaptan, pek çok alıntı yapabilirim buraya, ama gelin görün ki “duvar” yıkıldı....
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra “özgürleşen” Rusya ve çevresindeki devletleri bizim pazarcılar beslediler, ne trafik umurlarındaydı ne de çevre.. Çernobil’in orada bile sokaklarda şekerleme sattılar, doğru dürüst pazar yerleri bile kurmadan..
1957 göçü ile “Alamancı” olan Türklerin, 50 sente muhtaç kaldığımız gün, yığın yığın Türkiye’ye gönderdikleri, zamanın Alman Markları’nın pek çoğu, Almanya’nın sokaklarda kurulan zahire pazarlarında pazarcılık yapanlarca kazanılmıştı. Sonra sistemin hortumcuları bir üflediler gitti, ama o paralarda pazarcıların payı büyüktü..
Aynı göçle Avrupa’nın pek çok yerinde yaşamaya başlayan insanlarımız, bugün sistemin usta iş adamları oldular, servis ve sanayii sektörlerinde çalışıyorlar binlerce insana iş sağlıyorlar, hem Avrupa’nın, hem Türkiye’nin ekonomisine ciddi katkılarda bulunuyorlar..
Demem o ki, mahalle pazarları konusu “entelektüel” bir tartışmanın konusu olamaz.
Ekonomik bir tartışmanın konusu olur pazarlar; yani orada değil de, burada kuralım, hafta 7 gün değil de, 6 gün kuralım, pazarcılardan şöyle vergi alalım, yalancıktan markaların pazarlarda satılmasını engelleyelim, pazarcılara yazar kasa zorunluluğu getirip, pilli yazar kasa üretimini destekleyelim vb gibi pek çok ayrıntı oluşturmak olasıdır. Ama, pazar yerindeki pırasa daha pahalıdır savı yanlıştır.
Değerli yazar arkadaşımız Çakaloz, olasıdır ki bana bir hesap çıkartacak ve pırasanın nasıl pahalıya geldiğini kanıtlamayı deneyecektir. Ancak, pırasayı pazar yerinden kaldırıp yalnızca manava sokmanın, markette satmanın maliyeti de bende hazır. Bu maliyeti toplumda kime, nasıl ödeteceğiz?
Önce paylaşımın dengesini kurmamız lazım, sonra pazar meselesine de biri çıkar bakar nasılsa...
[1] Sri Lanka Nagombo pazarı harikadır, Gabon – Libreville'deki Trescville pazarı da başlı başına bir konudur. Çin Halk Cumhuriyeti’nin pek çok kentinde kurulan mahalle pazarları, batılı pazarlara göre şaşılacak kadar iy yönetilir, Hong Kong’da pazar yerlerini dolaşmamış olanlara şehri bilip tanımadıkları söylenir, Paris’in ünlü pazarları arasında benim en sevdiğim Monge pazarıdır.